Carretera Austral 4 (Río Ibañez-Cochrane)

Önümde uzanan yemyeşil vadiye doğru hafif puslu bir havada ilerlemeye başlıyorum. Cerró Castillo'dan ayrıldıktan sonra 500 metre civarındaki bir tepeyi aştığımda vadintüm güzelliğiyle karşımda.

Dağların üzerinde sürekli danseden bulutlar her seferinde farklı bir ışıkla süslüyor bu güzelim doğa parçasını. Nehir her fırsatta yolunu uzatarak daha çok zaman geçirmek istemiş sanki bu vadide. Bense bu güzellik karşısında şaşırmak ve hayranlık arasında bir duygu içerisindeyim. Yolun zorluğu umrumda bile değil. Durup fotoğraf çekmekten ilerleyemez hale geliyorum. Hava da şansıma çok güzel.  Parque Quehulat'taki yağmurdan sonra yaklaşık 10 gündür yağmur yok.

Gün sonunda nerede kalacağımla ilgili bir fikrim yok. Nehir kenarında uygun bir yer bulmayı umuyorum. Akşam olmak üzere.  Nehir yola iyice yaklaşmış olduğundan yakın mesafede uygun bir yer görünmüyor. Hava kararmadan önce çadırımı kurmuş olmam önemli. Tam da bu sırada nehir yoldan bir miktar uzaklaşıyor ve yol kenarında tahta çitle çevrili bir bahçe görüyorum. Tahtadan geniş de bir kapısı var. Pek fazla seçeneğim yok, çok da yorgunum. Bahçeye girdikten sonra ağaçların ardında kalmış evi görüyorum.  Bir köpek havlayarak bana doğru koşmaya başlıyor. Neyse ki duruyor 3 metre ötemde ve suratıma suratıma kimsin lan sen.. çık git.. manyak.. dercesine havlıyor. Derken 60'lı yaşlarda bir abi çıkıyor evden. Meramımı anlatiyorum.

Bahçenin nehir kenarındaki kısmını göstererek burda kamp yapsam olur mu diyorum bu gece. Olmaz deyince bozuluyorum tabi. Burada dallar sağlam değil çadırın üzerine düşebilir diyor. Diğer tarafta daha uygun bir yer varmış, orayı gösteriyor bana. Gün batımından önce hemen çadırını kurup yemek hazırlıyorum kendime. Bugünkü menümüzde akşam yemeğinin vazgeçilmezi hazır çorba var. Önceki günden kalan bayat ekmekleri de içine doğrayıp afiyetle yiyorum. Babamla birlikte içtiğimiz tarhana çorbaları geliyor aklıma. Bayat ekmek saklardı babam çorbaya doğramak için. Ekmekleri doğrarken de içine tarhana tartar boğazımı yırtar diye bir mani söylerdi ki hikmetini hala anlamış değilim. İşte o tarhana çorbasının tadına biraz benziyor bu çorba.

Yemekten sonra ateşin yanında biraz sohbet ediyoruz ev sahibiyle. Adı German, 5 yıldır burada yalnız yaşıyor. Huzurun resmini çiz deseler bu abinin ateşe odun atarken, çalan geleneksel Chemamé müziğine eşlik edişini resmedebilirim. Fotoğraf çekiyormuş bol bol. Arjantin halk müziğinden örnekler dinliyoruz birlikte. Santiago'daki yaşantısından buraya taşınmasına,  yalnızlığından doğa sevgisine hikayesini dinliyorum. Sonra ben kendi hikayemi anlatıyorum. Türkiye hakkında sorular soruyor bol bol. İlk kez bir Türkle konuşuyorum diyor.

Bu güzel sohbetten sonra nehrin şırıltısını yorgan misali örtüp üzerime enfes bir uyku çekiyorum. Sabah erkenden kalkıp yola düşüyorum yine. Bugünkü hedefim Bahia Murta isimli küçük bir kasaba.

Rio Ibañez bugün de eşlik ediyor bana. Bahía Murta'da nehir göle bağlanıyor. Burdan itibaren yolumda birbirinden güzel göller olduğunu biliyorum. 90 km'yine yaklaşık 8 saatte tamamlıyorum. Kasaba yolun biraz daha iç kısmında, 5 km daha gitmek gerekiyor. Kasabada işim yok. Yol kenarındaki bir hostelin bahçesinde kamp yapıyorum.



Sonraki gün Puerto Rio tranquilo isimli kasaba beni bekliyor. Bugünkü yolum sadece 25 km. Öğlen saatlerinde varıyorum kasabaya.

Burada Capilla de Mármol isminde güzel bir göl turu var. Turu ilginç kılan suyun şekil  verdiği mermer kayaçlar. Akşam üzerine doğru bizi bölgeye ulaştıracak bota biniyorum. Bol rüzgarlı bir havada bildiğimiz kayığın az büyüğü bir teknede yol almaya başlıyoruz. Sağlam rüzgar yiyoruz. Vardığımızda harika bir manzara bekliyor bizi. Göl suyu, mermeri milyonlarca yıl boyunca aşındırarak bunun gibi onlarca sualtı mağarası oluşturmuş.

Bir de bazı şekillerin çeşitli hayvanlara benzediği gibi bir anlatımı vardı rehberimizin.Mevzu biraz saçma olmakla birlikte bazıları harbi benziyordu ne yalan söyliyim :) labrador mesela.


Kalacak yer konusunu bot kaptanımız bahçesine kalarak çözdükten sonra ertesi gün Puerto Bertrand'a doğru yola çıkıyorum.

Bu kısımda çok sayıda göl var. Göllerden hemen önceki nehrin üzerinde şirin bir köprü görünce soluklanmaya niyetleniyorum. Bu sırada köprünün diğer ucundaki turist otobüsünü farkediyorum. Yanlarından geçerken sanki finish çizgisine gelmişim gibi alkışlamaya başlıyorlar.  Amerikalı bir turist kafilesiymiş. Etrafıma dizilip milyon tane soru soruyorlar. En ilginç soru " geceleri tilkiler seni rahatsız etmiyor mu?" sorusuydu. Böyle gırtlaktan gırtlaktan komik bir tonda sordu abi. Herkes güldü tabi.. altında başka bi espri mi vardı anlamadım ama neyse :) acıkınca yiyorum ben onları ama memleketimin tilkiler gibi değil diyorum. Daha az kişi gülüyor. Birkaç teyzenin endişeli bakışlarına maruz kalıyorum.

Puerto Bertrand'a doğru Lago Negra'nın yanında zorlu bir tırmanış başlıyor. Zirveden görülen manzara muhteşem. Bizim Karadeniz'deki göl manzaraladına benziyor. Aklıma bir de bisikletle Karadeniz turu yapmak düştü bu günlerde, dur bakalım...

Puerto Bertrand'a yaklaşık 10 km mesafedeyen artık hava karartmak üzere. Kasabaya varmak için pek de enerjim kalmadığını farkediyorum. Neyse ki o sırada bir nehir çıkıyor karşıma. Nehrin kenarından biraz ilerleyince kamp için uygun bir alan ve kurulu 4 çadır görüyorum. Sadece bir kişi var uyanık. 60 yaşında Fransız bir abi. Ben çadırımi kurarken laflıyoruz biraz. 4 arkadaş kuzeye gidiyorlarmış. 60'ın üzerinde hepsi. Ertesi sabah diğerleriyle de tanışıyorum. Hayran oluyorum enerjilerine.

Bugünkü hedefim Cochrane. Bu kasabada bisikletimi uygun jant bulma ümidim var. Bu noktaya kadar eksik jant bir sorun çıkarmadı ama hala zorlu bir kısım beni bekliyor.

30 km kadar az çok düz seyreden yol birden bire iniş çıkışlı bir hal alıyor.  Yani maksimum yükseklik hepi topu 500 metre seviyesinde ama her seferinde 100 metrelik çıkış sonrasında 60-70 metrelik iniş var. Haliyle birtürlü bitmiyor o 500 metre. Yol o kadar bozuk ki inişi de frenler yapmak zorunda kalıyorum. Bu daha da güçleştiriyor yolu.

Bu zorlu kısma harika bir nehir manzarası eşlik ediyor. Buzulların süzülüp gelen nehrin rengine hayran olmamak elde değil. Bol miktardaki mineralin nehre bu rengi verdimi söyleniyor. Resimde hiçbir oynama yok :)


Artık zirveye ulaşıyorum. Cochran'a hala 20 km var. Artık inişe geçiçek olmanın keyfi var. Yolun zorluğundan olsa gerek bir an önce varmak istiyorum kasabaya.


Bu arada bugünkü yolculuğunda defalarca karşılaştığım bu çiftten bahsetmeden geçemem. Daha önce Vicki'nin uçakta karşılaştığı Hollandalı bir çiftten bahsettiğini anımsıyorum.  İşte o çiftle karşılaşmak yaklaşık 1 ay sonra kismet oldu. İlk kez Carretera Austral'i bisikletle ikinci defa geçen birisine rastlıyorum. İlki 18 yıl önceymiş. Pek de değişmemiş anlattıklarına göre.  18 yıldır pek de bozulmamış bir yer bulmak zor bu zamanda. Belki de bu yüzden çok güzel Carretera Austral. Resimleri göndermek için mail adreslerini alıyorum.  Ama kağıdı kaybettiğim için gönderemiyorum  resimleri. Umarım bir gün ulaştırabilirim. 


Artık iniş kısmındayım. Gereğinden fazla hızlanıyorum. Arka frenin biraz gevşek olduğunu unutup salıyorum kendimi yokuş aşağı.  Yol fena değil. Bir süre sonra düzleşen ve tekrar yokuşa dönen bir kısım görüyorum ilerde. Hızımı yokuşa kadar korumak istiyorum. Düzleşen kısımda kalın bir kum tabakası olduğunu son anda farkediyorum. Arka fren yetersiz kalıyor,  mecburen on frene abanıyorum. Dengem altüst oluyor. Yerdeyim. İlk kazam bu. Daha yerden kalkmadan hasar kontrolü yapıyorum hemen. Kemikler yerinde, kafa, göz sağlam. Sol dizim ve sol kolumda sıyrıklar var. Çok ciddi gözükmüyor. Direksiyonun yamulmuş, düzeltiriz onu. Ayağa kalkıp derin nefes alıyor ve sakinleşiyorum biraz. Ucuz atlattığımı farkediyorum. Neredeyse 40 km hızla giderken yere yapışmıştım. Dizimden gelen acı sinyalleri azalan adrenaline birlikte öne çıkmaya başlıyor. Diz kapağının altında bir yer... Kasabaya kadar devam edebileceğime karar veriyorum. Sıyrıkları bandajlayıp atlıyorum bisikletime. 

Ve şehre varıyorum.  Gidip bir hostel buluyorum hemen. Dinlenmeye çekiliyorum.     

Ertesi gün dizimdeki acı daha şiddetli.  Bir günü daha sakin bir şekilde geçirip ağrı devam ederse doktora gitmeyi planlıyorum. Bu kasabada tahminimden daha çok zaman geçireceğim gibi duruyor.

Bir sonraki gün artık ağrım hafiflemiş durumda. Yol hazırlıklarına başlıyorum. Ama önce yamuk direksiyonu düzeltmem lazım. O hızla yere çarpında bi 30 derece kadar yamulan direksiyonu kendim düzeltmeye çalışırsam da başarılı olamıyorum.  Bir araba tamircisi buluyorum. Kaynakla ısıtıp eski haline getiriyoruz. 

Bu kasabada da jant bulamıyorum. Carretera Austral'i eksik jantlar tamamlamak zorundayım artık.  Başka seçenek kalmıyor.  

Son günündeki yakındaki milli parka gidiyorum. Burada koruma altında birçok hayvan var. Benim seçtiğim parkurlarda şanslıysam Huemul (bir çeşit geyik) görme ihtimalim var.  Eğer uslu bir çocuk olursan belki Puma bile görebilirsin dediler.

Parkta bir süre ilerledikten sonra dünyalar güzeli bir Huemul'le karşılaşıyorum. Durup belki yarım saat izliyorum onu. Nesli tükenmekte olduğundan koruma altında.  Türkçe adı Güney And Geyiği. 



Ertesi gün Tortel'e doğru yola çıkıyorum. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum Ekle