Villa O'higgins-El Chalten sınır geçişi

Carretera Austral'in son durağı olan Villa O'higgins'ten ayrılma zamanı. Şili'nin daha güneyine ulaşmak için burdan sonra deniz yolunu kullanmak veya Arjantin üzerinden devam etmek zorundasınız. Benim hedefimde Arjantin var. Zorlu bir geçiş bu. Hele ki yaz harici bir zamanda geçiyorsanız işiniz daha zor. Belki de en ideal zamanda oradayım. 

Burdan Arjantin'e geçmek için yaya veya bisikletli olmanız gerekiyor. Motorlu araç için uygun bir yol değil. Belki de bu sebeple bu kadar özel. İki gün sürecek bir macera bu. İlk gün tekneyle Lago Villa O'Higgins ve Arjantin sınırına kadar olan yolu geçecek, sonrasında Lago Desierto'ya ulaşıp bir gece orda konaklayacagiz. Ertesi gün Lago Desierto'yu geçip 35 km pedallayarak El Chalten'e ulaşacağız. 

Villa O'higgins'te uzatmalı olarak 3 gün kalıyorum. İki günü hava koşullarıyla ertelenen tekneleri beklemekle geçiyor. Nihayet üçüncü günün sonunda iyi havanin haberi geliyor ve yola koyuluyorum.  İki günde bir sefer var ve bekleyiş sonrasında epey bisikletçi birikiyor. Sabah erken saatte kasabadan ayrılıp limana gidiyoruz.  


Dedim ya çok bisikletçi var diye. Teknenin kapasitesi 17 kişi. 14'ü bisikletçi. Fransa, İngiltere, Hollanda, Almanya, Brezilya, Arjantin, Şili ve Türkiye bisikletcilerden oluşan kafileleyle sınır mı geçiyoruz Dünya kupası çeyrek finali mi var belli değil.   


Fırtınalı birkaç günden sonra gölün dinginliği ve manzara keyfimizi yerine getiriyor. 3 saat süren bu yolculukta güneş türlü oyunlarla her seferinde farklı bir manzara sunuyor bizlere, tepelerden süzülüp gelen çağlayanlara hayran oluyor bulutların arasında dans eden Condor'ları heyecanla izliyoruz.

Zorlu kısım asıl şimdi başlıyor. Tekne bizi karşı tarafa bıraktıktan sonra bizi bekleyen kısmın zorluğunu hiçbirimiz layıkıyla bilmiyoruz aslında. İner inmez herkes bisikletini hazırlamak için hummalı bir çalışma içinde.   


Yol arkadaşlarım burada siesta yapmak istediklerini söylüyorlar.  Benim zerre uyku yok gözümde.  Şili'li arkadaşımla devam ediyorum yola. 250 metre kadar sonra Şili gümrüğüne geliyoruz. İlginç bir şekilde sistemlerinde sorun olduğu için Şili vatandaşlarını bekletiyorlar. Yabancılar ise 2 dakikada hallediyor işini. Şili'li arkadaşım "sen kaç beni tanıdılar.. ben bunları tanıyorsam sorunu bugün çözemezler, ben bugün kalırım burda sen devam et" diyor bana. 

Tam o sırada arka tekerde iki jantin daha kırılmış olduğunu görüyorum.  Zaten bir tanesi 300 km önce kırılmıştı. Bu durumda bozuk bir yolda bisikletle ilerlemek büyük risk. Zaten yol da sağlam bisikletle dahi ilerlenecek gibi değil. 
Öyle bir tırmanış var ki.. hani dönebilecek bir yer olsa dönesi geliyor insanın. Yaklaşık 500 metrelik tırmanış boyunca itiyorum bisikleti. Arada soluklanmak için manzaraya dalınca bambaşka bir heyecan kaplıyor içimi. Sonra itmeye devam ederken bu heyecan kaybolup yerini ne işim var benim burda düşünceleri alıyor.


Nihayet 10 km civarindaki tırmanış bitiyor ve Arjantin'e hoşgeldiniz yazan tabelayı görüyorum.  Bu iyi işte.  Yalnız tabelayı koyan abiler yol yapmayı unutmuş.  Sadece ormanın içine kıvrılan bir patika var. Hadi bakalım. 


Patika boyunca ilerlemeye devam ediyorum. İniş başlıyor ama patikada bisikletle ilerlemek imkansiz. Dağ bisikletiyle belki. Ama benim asfalt sever, üç dişi eksik, yükten boynu bükülmüş bisikletimle çok zor. İte kaka ilerlemeye devam ediyorum. İki tane nehir geçişi var ama yaz mevsimi olduğundan çok zorlanmıyorum.  Ancak nehrin etrafındaki çamur tabakası canıma okuyor. Bileklerimi kadar çamur içine son gücümle bisikletimi itmeye çalışıyorum. Kavga dövüş geçiyorum bir şekilde. Halime acıyorum. Sonra aynı yolu 30 kiloluk çantasıyla geçmeye çalışan Backpackers'lari görünce tüm yükümüz omuzlamış bisikletime hitaben sevgi sözcükleri dökülüyor dilimden.  


Sonra Fitz Roy gözüküyor ufukta. Bu anı heyecanla bekliyordum ne zamandır. Bu zirvenin güzelliğini çok önceleri duymuştum. Adını Darwin'in güney Amerika seyahatindeki gemisi Beagle'ın kaptanı Fitz Roy'dan alıyor. Patagonya'nın güney kisminda tekrar yukselmeye başlayan And dağlarının ilk habercisi. Fitz Roy manzarasını güzelleştiren göl ise Lago desierto.  Bu gece Lago Desierto misafir edecek beni.


Bisikletçiler yavaş yavaş dökülmeye başlıyor kamp alanına. 15 kişi kadar varız. Göl kenarında, hayatımızın en zor günlerinden birini yaşadıktan sonra dinlemenin keyfini yaşıyoruz.

İstisnasız tüm bisikletçiler yollara düşmeden önce okunmadık blog bırakmamış. Ama nedense herkesin yorumu beklenenden çok daha zorlu olduğu yönünde. İlk kez ben de bu hissi yaşıyorum. Bu seyahat boyunca çok defa gerçekten yorulduğumu hissedip gün sonunda mışıl mışıl uyuduğumu hatırlıyorum, ama bugün ilk defa yemek sonrasında uzandığım çimlerin üzerinde yorgunluktan sızıyorum. Arkadaşlar uyandırıyor kalk yerine yat diye :)

Ertesi sabah tekne iskeleye yanaştığında kaptanla sıkı bir pazarlığa tutuşuyorum.  1 saatlik tekne yolculuğu için 500 peso (35 USD) istiyor. Arkadaşlar napıyosun falan diyorlar dinlemiyorum. Sonunda orta yolu buluyoruz. 150 Peso ile sadece bisikletimi götürmeye ikna oluyor. Ben de 4 saatlik bir yürüyüşü göze alıyorum. Bu parkurun çok güzel olduğunu daha önce okumuştum. İşime geliyor böylesi. Dağ, göl, güneş, bulut, rüzgar, çağlayan, çiçek, ağaç, avcı kuşlar.. ne ararsan var.  


Parkurun sonunda nihayet iskele görünüyor. Arkadaşlarİn bir köşeye bıraktıkları bisikletimi boynu bükük beni beklerken buluyorum. Çok keyifli ama bir o kadar da yorucu 4 saatin sonunda bir de 35 km bisiklet yolculuğu var. 3 jant eksikken hem de... hadi aslanım diyorum, yaparız biz.


Tam bu sırada iskelede görevli abi geliyor yanıma. Muhabbet ediyoruz. Bunca yıldır burdayım belki binlerce bisikletli geçti burdan, ilk kez bir Türk'e rastlıyorum diyor. Sonra bana Chalten'de casa de ciclista (bisikletçi evi) diye bir yerin adresini veriyor. Burada ücretsiz konaklama imkanı varmış.  Ooh süper diyip düşüyorum yola. 

İlk etapta yine de beni Chalten'e kadar götürebilecek bir pikap bakınıyorum ama dandik birkaç sedan haricinde araç gözükmüyor.  Çare yok atlıyorum bisiklete. İlk etapta biraz tedirginim, her kilometre sonunda jantları kontrol ediyorum. 5 km kadar gittikten sonra ikna oluyorum yolu tamamlayabileceğime. Yol toprak ama o kadar bozuk değil hani. Chalten'e doğru son sürat pedalliyorum. And dağlarının diğer tarafını, iklimin ve bitki örtüsünün değişimini hayretle izliyorum.


Öncelikle sol tarafımdan esen sert bir rüzgar karşılıyor beni. Arjantin Patagonya'sının rüzgarı hakkında genel kanıyı doğrular şekilde dengemi sarsıp yolun dışına atmaya çalışıyor beni. Dağlık bölgeden uzaklaştıkça önce yeşil düzlükler, biraz daha ilerde ise çorak bir arazi başlıyor. Zorlu sınır geçiş macerasını gün sonunda vardığım Chalten'de noktalıyorum. 

Carretera Austral 5 (Cochrane- Villa O'higgins

Cochran'dan kendimi yola vurduktan yaklaşık 20 km sonra Vicki ve diğer iki bisikletçiye rastlıyorum. Yakınlardaki bir milli parktalarmış birkaç gündür, Cochran'a dönüyorlarmış şimdi.  Yol üstü yarım saat muhabbet ediyoruz. Sonra ben ayrılıyorum Tortel'e doğru.  

Yol kenarında güzel bir dere bulup öğle yemeği öncesinde mızıka çalıyorum.  
Evet bu seyahatteki en yakın arkadaşlarımdan biriydi bu mızıka. Arkadaş mızıkayla blues çal, country çal... ben niyeyse türk halk müziği çalıyorum. Merak eden varsa söyleyim pek de bir halta benzemiyor. Blues çalarım ilerde diye umuyorum.   

                         

Gün sonuna doğru kamp yeri ararken nehir kenarında kurulmuş iki çadır ilişiyor gözüme. Selam edip yaklaşıyorum yanlarına. Şili'li iki kafadar. Ama halleri hareketleri görsen isimleri Mahmut ve Faruk dersin. O derece benziyor buranın insanı türklere.  Cristóbal ve Aleksis yıllık izinlerini bisiklet turuyla geçirmeye karar vermişler.  Geçtiğimiz yıl Carretera Austral'in ilk kısmını tamamlamıştır. Bu yıl da ikinci kismini koymuşlar kafalarına. 

Akşam yemeğinin üzerine çevirdiğiniz muhabbeti burada anlatacak değilim. Dedim ya Mahmut ve Faruk diye.. gerisini siz anlayın artık :)


Ertesi gün birlikte Tortel'e doğru yola koyuluyoruz.  80 km sonunda Akşam üzeri Tortel'deyiz. Tortel'i diğer şehir ve kasabalarda farklı kılan bir özelliği var. Bu kasaba denizin kenarına kurulmuş ve iç tarafla karayolu bağlantısı yok. Tamamen tahtadan yapılmış yollarla çevrili olan şehrin merkezine tahta merdivenlerden yaklaşık 100 metre inerek ulaşılıyor. Araçlar için kasabanın yaslandığı tepenin üstünde bir otopark var.

Tortel ilk etapta şirin bir balıkçı kasabası gibi gözükse de Ankara'da balıkçılık neyse burda da o. Yok yani. Yakindaki nehre gidersen o başka tabi. Burada balık çok az ve yenecek cinsten değil. Zaten tarımın olmayacağı arazi yapısını ve ormanları görünce hemen anlıyorsunuz. Bu durumda akla "balıkçılık da yoksa ve de en yakın kasabaya deniz yoluyla yüzlerce kilometre mesafe varsa ne işi var insanların burda?" sorusu geliyor.

Torteli çevreleyen ormanların tamamı Ciprés  (servi) ağaçlarında oluşuyor. Bu ağaçların en önemli özelliği suya karşı dayanıklılığı.  Bu ağaclar yüzlerce yıl yapısı bozulmadan şu içinde kalabiliyor. İşte Tortel'i çevreleyen tahta yolların hikayesi. Bu kasaba tarih boyunca orman ürünleri temini için bir üs görevini görmüş. Bu ağaçlar deniz ile bolca hemhal olan Şili halkı için mucizevi bir nitelik taşıyor.


Tortel, Carretera Austral'in 25 km kadar dışında ve aradaki yol belki de şimdiye kadar karşıma çıkan en kötü yoldu. Çoğu bisikletçi Tortel'e uğramadan devam ediyor yoluna. Ben de ilk etapta bu tereddütü yaşamadım değil. Ama kasabada küçük bir tür attıktan sonra ne kadar doğru bir karar verdiğimi anlıyorum. 


Carretera Austral boyunca fiyordal yapı sebebiyle deniz ve dağlar mümkün olabilecek en karmaşık yapıları kurarak adeta bir labirent oluşturmuş. Bazı kasabalarin okyanusla bağlantısını bulmak için pazar eklerindeki labirent bulmacaları gibi haritayı açıp çiziktirmeniz gerekiyor. Yok lan bu göl.. deniz işte abi bak burda küçük bir bağlantı var.. tadına bakalım abi o zaman.. gibi diyaloglar yaşadık birçok kez.


Şili'li kankalarım Cristóbal ve Aleksis ile Tortel'in tek turistik aktivitesi olan gizemli mezarlık turuna katılıyoruz. Turun sonundaki mezarlık tek başına bu tur için tatmin edici olmasa da bot yolculuğu kasabanın ve yakın çevresinin görülmesi açısından güzel fırsatlar sunuyor. Gelelim mezarlığa. .   


Bu mezarlık  (isla de los muertos) kasabanın yaklaşık 5 km uzağında bir adacıkta keşfedilmeyi beklemiş yıllar boyu. Öyle alelade bir kasaba mezarlığı değil lakin.  Bu kadar ilgi toplamasını nedeni bu mezarlığın tarihi ve buraya gömülenlerin kimler olduğu gibi konuların meçhul olmasi.  Sadece ihtimaller üzerinde duruluyor. 

Bence en iddialı olan söylence şu şekilde. Yüz yıl kadar önce bu kasabaya sadece yaz aylarında işçi olarak gelip yaz sonunda gelen gemiyle kuzeye dönen işçiler mevcutmuş. Burada tekrar ihtimaller ikiye ayrılıyor. Şirket ödeme yapmak zorunda kalmamak için gemi göndermemiş ve çalışanları ölüme terketmiş veya gönderilen gemi batmış ve Tortel'e hiç ulaşamamış. Gemi gelmeyince kışa hazırlıklı olmayan işçiler çaresizce ölümü beklemişler.   


Tamam herşey tahta anladık.  Kaydırak da tahta mi olur kardeşim.  Ordan kaymaya çalışan çocukları düşündüm. Benim kıçım yandı. . O derece yani..

İlerleyen saatlerde yıldızlar bir bir ortaya çıkmaya başlayınca kendimi iskeleleri birine atıp yıldızları seyretmeye başladım. Güney yarim kürede görülen gökyüzü kuzeydekinden oldukça farklı. Ne kadar uğraştıyaşam da doğru düzgün bir fotoğraf çekemedim.  Arakladığım güzel bir fotoyu paylaşıyorum.


Güney yarimkurede gökyüzünü bu şekilde görebilmek mümkün.  Bir kuşak gibi uzanan aslında dünyamızın da bir parçası olduğu Samanyolu galaksisinden başka birşey değil. Gece gökyüzüne her baktığımda bu görüntüye tekrar hayran oluyorum.

Tortel'deki son akşamımda yildizlari doyana kadar seyredebilmek için iskeleler birine uzandım.  Saatlerce yıldızlardaydı gözlerim. Belki de şimdiye kadar gözlemleyebildiğim en büyük grup denebilecek yapıydı bu. Samanyolu galaksisini seyrediyorum gözlerim açık, ruhum şaşkın, aklımsa başka yerde.  

Yol yalnız olmayı da öğretiyor insana. Değer verdiği insanların varlığının aslında bir lüks olduğu yokluklarında değil yokluklarıyla yüzleşmek zorunda kalındığında anlaşılıyor sanki. Saatlerce, günlerce yalnız olmak. Sonra birkaç hafta önce başka bir şehirde karşılaştığın başka bir seyyahı kırk yıllık ahbabınmış gibi kucaklamak. Güzel şey yalnız olmak. Yalnız olmayacağın günleri özlerken ama.

Tam bu sırada Cristobal'ı görüyorum. Kasabanın diğer tarafında film gösterimi varmış gidelim diyor. Sonra o vazgeçiyor ama ben gidiyorum. Şansa bakın ki Interstellar filmini perdeye yansıtmış mahallenin gençleri. Zaten yıldız seyretmekten sarhoş olan zihnime son darbeyi de Interstellar vuruyor.

Film bitince kendimi tekrar iskeleye atıyor ve kaldığım yerden yıldızları seyre devam ediyorum derken tam saat 12'de şehrin tüm ışıkları kapanıyor. Tasarruf önlemiymiş. Yıldızlar daha canlı şimdi gözümün önünde. Unutulmaz bir gece.

Ertesi gün  Carretera Ausstral'deki son durağımız olan Villa O'higgins'e doğru yola çıkıyoruz. İlk etapta yaklaşık 25 km boyunca bir tırmanış şeridi var. Sonlasinde inişe geçiyoruz.  Puerto Yungay'dan feribotta denizin karşı yakasına geçeceğiz. Hesaplamalarimiza göre 12:30'daki feribotta ucu ucuna yetişeceğiz. Dinlenmeden devam ediyoruz yola. Benim frenlerim biraz sorunlu, çok hızlanamıyorum inişte. Cristóbal ve Aleksis kaptırıp gidiyorlar. Limana geldiğimde feribotun ince ince uzaklaştığını görüyorum.  Çocuklar bana el sallıyor feribottan. Bir sonraki 2 saat sonra. Öğle yemeğimi vapur beklerken golün kenarında yemeye karar veriyorum.


Yarım saatlik yolculuktan sonra diğer yakadayım. Yola devam ettikten bir süre sonra bizim çocukları yemekte yakalıyorum.  Sonra birlikte yola devam ediyoruz. Geceyi yol üzerindeki terk edilmiş kulübede geçirmeye karar veriyoruz.


Ertesi gün 70 km sonunda Villa O'higgins'e varıyoruz.  Burası Carretera Austral'in sonu. Sonrasında Arjantin'e geçeceğim. Geçişin ayrı ve zorlu bir hikayesi var. O da artık sonraki yazıya. .



Carretera Austral 4 (Río Ibañez-Cochrane)

Önümde uzanan yemyeşil vadiye doğru hafif puslu bir havada ilerlemeye başlıyorum. Cerró Castillo'dan ayrıldıktan sonra 500 metre civarındaki bir tepeyi aştığımda vadintüm güzelliğiyle karşımda.

Dağların üzerinde sürekli danseden bulutlar her seferinde farklı bir ışıkla süslüyor bu güzelim doğa parçasını. Nehir her fırsatta yolunu uzatarak daha çok zaman geçirmek istemiş sanki bu vadide. Bense bu güzellik karşısında şaşırmak ve hayranlık arasında bir duygu içerisindeyim. Yolun zorluğu umrumda bile değil. Durup fotoğraf çekmekten ilerleyemez hale geliyorum. Hava da şansıma çok güzel.  Parque Quehulat'taki yağmurdan sonra yaklaşık 10 gündür yağmur yok.

Gün sonunda nerede kalacağımla ilgili bir fikrim yok. Nehir kenarında uygun bir yer bulmayı umuyorum. Akşam olmak üzere.  Nehir yola iyice yaklaşmış olduğundan yakın mesafede uygun bir yer görünmüyor. Hava kararmadan önce çadırımı kurmuş olmam önemli. Tam da bu sırada nehir yoldan bir miktar uzaklaşıyor ve yol kenarında tahta çitle çevrili bir bahçe görüyorum. Tahtadan geniş de bir kapısı var. Pek fazla seçeneğim yok, çok da yorgunum. Bahçeye girdikten sonra ağaçların ardında kalmış evi görüyorum.  Bir köpek havlayarak bana doğru koşmaya başlıyor. Neyse ki duruyor 3 metre ötemde ve suratıma suratıma kimsin lan sen.. çık git.. manyak.. dercesine havlıyor. Derken 60'lı yaşlarda bir abi çıkıyor evden. Meramımı anlatiyorum.

Bahçenin nehir kenarındaki kısmını göstererek burda kamp yapsam olur mu diyorum bu gece. Olmaz deyince bozuluyorum tabi. Burada dallar sağlam değil çadırın üzerine düşebilir diyor. Diğer tarafta daha uygun bir yer varmış, orayı gösteriyor bana. Gün batımından önce hemen çadırını kurup yemek hazırlıyorum kendime. Bugünkü menümüzde akşam yemeğinin vazgeçilmezi hazır çorba var. Önceki günden kalan bayat ekmekleri de içine doğrayıp afiyetle yiyorum. Babamla birlikte içtiğimiz tarhana çorbaları geliyor aklıma. Bayat ekmek saklardı babam çorbaya doğramak için. Ekmekleri doğrarken de içine tarhana tartar boğazımı yırtar diye bir mani söylerdi ki hikmetini hala anlamış değilim. İşte o tarhana çorbasının tadına biraz benziyor bu çorba.

Yemekten sonra ateşin yanında biraz sohbet ediyoruz ev sahibiyle. Adı German, 5 yıldır burada yalnız yaşıyor. Huzurun resmini çiz deseler bu abinin ateşe odun atarken, çalan geleneksel Chemamé müziğine eşlik edişini resmedebilirim. Fotoğraf çekiyormuş bol bol. Arjantin halk müziğinden örnekler dinliyoruz birlikte. Santiago'daki yaşantısından buraya taşınmasına,  yalnızlığından doğa sevgisine hikayesini dinliyorum. Sonra ben kendi hikayemi anlatıyorum. Türkiye hakkında sorular soruyor bol bol. İlk kez bir Türkle konuşuyorum diyor.

Bu güzel sohbetten sonra nehrin şırıltısını yorgan misali örtüp üzerime enfes bir uyku çekiyorum. Sabah erkenden kalkıp yola düşüyorum yine. Bugünkü hedefim Bahia Murta isimli küçük bir kasaba.

Rio Ibañez bugün de eşlik ediyor bana. Bahía Murta'da nehir göle bağlanıyor. Burdan itibaren yolumda birbirinden güzel göller olduğunu biliyorum. 90 km'yine yaklaşık 8 saatte tamamlıyorum. Kasaba yolun biraz daha iç kısmında, 5 km daha gitmek gerekiyor. Kasabada işim yok. Yol kenarındaki bir hostelin bahçesinde kamp yapıyorum.



Sonraki gün Puerto Rio tranquilo isimli kasaba beni bekliyor. Bugünkü yolum sadece 25 km. Öğlen saatlerinde varıyorum kasabaya.

Burada Capilla de Mármol isminde güzel bir göl turu var. Turu ilginç kılan suyun şekil  verdiği mermer kayaçlar. Akşam üzerine doğru bizi bölgeye ulaştıracak bota biniyorum. Bol rüzgarlı bir havada bildiğimiz kayığın az büyüğü bir teknede yol almaya başlıyoruz. Sağlam rüzgar yiyoruz. Vardığımızda harika bir manzara bekliyor bizi. Göl suyu, mermeri milyonlarca yıl boyunca aşındırarak bunun gibi onlarca sualtı mağarası oluşturmuş.

Bir de bazı şekillerin çeşitli hayvanlara benzediği gibi bir anlatımı vardı rehberimizin.Mevzu biraz saçma olmakla birlikte bazıları harbi benziyordu ne yalan söyliyim :) labrador mesela.


Kalacak yer konusunu bot kaptanımız bahçesine kalarak çözdükten sonra ertesi gün Puerto Bertrand'a doğru yola çıkıyorum.

Bu kısımda çok sayıda göl var. Göllerden hemen önceki nehrin üzerinde şirin bir köprü görünce soluklanmaya niyetleniyorum. Bu sırada köprünün diğer ucundaki turist otobüsünü farkediyorum. Yanlarından geçerken sanki finish çizgisine gelmişim gibi alkışlamaya başlıyorlar.  Amerikalı bir turist kafilesiymiş. Etrafıma dizilip milyon tane soru soruyorlar. En ilginç soru " geceleri tilkiler seni rahatsız etmiyor mu?" sorusuydu. Böyle gırtlaktan gırtlaktan komik bir tonda sordu abi. Herkes güldü tabi.. altında başka bi espri mi vardı anlamadım ama neyse :) acıkınca yiyorum ben onları ama memleketimin tilkiler gibi değil diyorum. Daha az kişi gülüyor. Birkaç teyzenin endişeli bakışlarına maruz kalıyorum.

Puerto Bertrand'a doğru Lago Negra'nın yanında zorlu bir tırmanış başlıyor. Zirveden görülen manzara muhteşem. Bizim Karadeniz'deki göl manzaraladına benziyor. Aklıma bir de bisikletle Karadeniz turu yapmak düştü bu günlerde, dur bakalım...

Puerto Bertrand'a yaklaşık 10 km mesafedeyen artık hava karartmak üzere. Kasabaya varmak için pek de enerjim kalmadığını farkediyorum. Neyse ki o sırada bir nehir çıkıyor karşıma. Nehrin kenarından biraz ilerleyince kamp için uygun bir alan ve kurulu 4 çadır görüyorum. Sadece bir kişi var uyanık. 60 yaşında Fransız bir abi. Ben çadırımi kurarken laflıyoruz biraz. 4 arkadaş kuzeye gidiyorlarmış. 60'ın üzerinde hepsi. Ertesi sabah diğerleriyle de tanışıyorum. Hayran oluyorum enerjilerine.

Bugünkü hedefim Cochrane. Bu kasabada bisikletimi uygun jant bulma ümidim var. Bu noktaya kadar eksik jant bir sorun çıkarmadı ama hala zorlu bir kısım beni bekliyor.

30 km kadar az çok düz seyreden yol birden bire iniş çıkışlı bir hal alıyor.  Yani maksimum yükseklik hepi topu 500 metre seviyesinde ama her seferinde 100 metrelik çıkış sonrasında 60-70 metrelik iniş var. Haliyle birtürlü bitmiyor o 500 metre. Yol o kadar bozuk ki inişi de frenler yapmak zorunda kalıyorum. Bu daha da güçleştiriyor yolu.

Bu zorlu kısma harika bir nehir manzarası eşlik ediyor. Buzulların süzülüp gelen nehrin rengine hayran olmamak elde değil. Bol miktardaki mineralin nehre bu rengi verdimi söyleniyor. Resimde hiçbir oynama yok :)


Artık zirveye ulaşıyorum. Cochran'a hala 20 km var. Artık inişe geçiçek olmanın keyfi var. Yolun zorluğundan olsa gerek bir an önce varmak istiyorum kasabaya.


Bu arada bugünkü yolculuğunda defalarca karşılaştığım bu çiftten bahsetmeden geçemem. Daha önce Vicki'nin uçakta karşılaştığı Hollandalı bir çiftten bahsettiğini anımsıyorum.  İşte o çiftle karşılaşmak yaklaşık 1 ay sonra kismet oldu. İlk kez Carretera Austral'i bisikletle ikinci defa geçen birisine rastlıyorum. İlki 18 yıl önceymiş. Pek de değişmemiş anlattıklarına göre.  18 yıldır pek de bozulmamış bir yer bulmak zor bu zamanda. Belki de bu yüzden çok güzel Carretera Austral. Resimleri göndermek için mail adreslerini alıyorum.  Ama kağıdı kaybettiğim için gönderemiyorum  resimleri. Umarım bir gün ulaştırabilirim. 


Artık iniş kısmındayım. Gereğinden fazla hızlanıyorum. Arka frenin biraz gevşek olduğunu unutup salıyorum kendimi yokuş aşağı.  Yol fena değil. Bir süre sonra düzleşen ve tekrar yokuşa dönen bir kısım görüyorum ilerde. Hızımı yokuşa kadar korumak istiyorum. Düzleşen kısımda kalın bir kum tabakası olduğunu son anda farkediyorum. Arka fren yetersiz kalıyor,  mecburen on frene abanıyorum. Dengem altüst oluyor. Yerdeyim. İlk kazam bu. Daha yerden kalkmadan hasar kontrolü yapıyorum hemen. Kemikler yerinde, kafa, göz sağlam. Sol dizim ve sol kolumda sıyrıklar var. Çok ciddi gözükmüyor. Direksiyonun yamulmuş, düzeltiriz onu. Ayağa kalkıp derin nefes alıyor ve sakinleşiyorum biraz. Ucuz atlattığımı farkediyorum. Neredeyse 40 km hızla giderken yere yapışmıştım. Dizimden gelen acı sinyalleri azalan adrenaline birlikte öne çıkmaya başlıyor. Diz kapağının altında bir yer... Kasabaya kadar devam edebileceğime karar veriyorum. Sıyrıkları bandajlayıp atlıyorum bisikletime. 

Ve şehre varıyorum.  Gidip bir hostel buluyorum hemen. Dinlenmeye çekiliyorum.     

Ertesi gün dizimdeki acı daha şiddetli.  Bir günü daha sakin bir şekilde geçirip ağrı devam ederse doktora gitmeyi planlıyorum. Bu kasabada tahminimden daha çok zaman geçireceğim gibi duruyor.

Bir sonraki gün artık ağrım hafiflemiş durumda. Yol hazırlıklarına başlıyorum. Ama önce yamuk direksiyonu düzeltmem lazım. O hızla yere çarpında bi 30 derece kadar yamulan direksiyonu kendim düzeltmeye çalışırsam da başarılı olamıyorum.  Bir araba tamircisi buluyorum. Kaynakla ısıtıp eski haline getiriyoruz. 

Bu kasabada da jant bulamıyorum. Carretera Austral'i eksik jantlar tamamlamak zorundayım artık.  Başka seçenek kalmıyor.  

Son günündeki yakındaki milli parka gidiyorum. Burada koruma altında birçok hayvan var. Benim seçtiğim parkurlarda şanslıysam Huemul (bir çeşit geyik) görme ihtimalim var.  Eğer uslu bir çocuk olursan belki Puma bile görebilirsin dediler.

Parkta bir süre ilerledikten sonra dünyalar güzeli bir Huemul'le karşılaşıyorum. Durup belki yarım saat izliyorum onu. Nesli tükenmekte olduğundan koruma altında.  Türkçe adı Güney And Geyiği. 



Ertesi gün Tortel'e doğru yola çıkıyorum. 


Carretera Austral 3 (Cohaique-Cerro Castillo)


Coahaique şehrine ulaştıktan sonra Andrea'nín evini bulmaya çalışırken şehir merkezinde arkadaşlarıyla olduğunu öğreniyorum. Şehrin kalbi olan Plaza de Armas'ta buluşuyoruz.  Couchsurfing sevdalısı Andrea'nın iki misafiri daha var. Parktaki konseri ilerlerken buluyorun onları.  Zahmetli, uzun bir yolculuktan sonra güzel bir müzik eşliğinde çimlere uzanmak inanılmaz iyi geliyor. Bisikletimi de yanıbaşıma yatırıveriyorum. 


Birkaç gün sonra şansıma tam da benim ayrılmayı planladığım tarihin bir gün öncesinde rock müzik festivali var. İşin ilginç yanı tam da Andrea ve Lalo'nun evinin yanındaki arazide. Sadece Şili'li gruplar var. Çoğunlukla yeni yetme gruplar olsa da sona doğru Ases Falsos çıkıyor sahneye. Kalabalık da coşuyor tabi. Müzik dolu güzel bir gün...

Andrea ve erkek arkadaşı Lalo nehrin kenarında güzel bir kulübede kalıyorlar. Aldıkları yeni arazide yeni bir ev yapma planları var. Birlikte bu araziyi görmeye gidiyoruz. Harika bir şelalenin kenarındayız şimdi.  Evleri bu şelalesi 30 metre mesafede olacak. Gelip yanlarına ev yapma konusunda ısrarcı oldum. Kibarca arsa bize kadar diyip reddettiler :)


Cohaique'den ayrılırken herşey yolunda. Yol güzel. Bir yokuş var önümde ama rüzgar yardım ediyor bu sefer. 60 km'yi 3,5 saatte tamamlıyorum.  Ancak bu defa bir sorunum var. Arka tekerlekten garip bir ses geliyor. Baktığımda tatlı tatlı 8 çizdiğin görüyorum.  Jantlardan biri kırılmış. O kadar taşta toprakta kırılmayan jant asfaltta nasıl kırıldı anlamadıysam da şu an için yapabileceğim birşey yok. Belki de bu tura başlarken yaptığım en büyük hatalardan  biri Santiago'dan yedek jant almamakatı. Şili'de genel olarak 26 ve 29 cm jantlar kullanılıyor.  Benim jantlar 28 cm. Bu ölçüde jant ancak büyük şehirlerde bulunabiliyor. Tabi ben bunun böyle olduğunu sonradan anlayacağım. Önümdeki ilk bisiklet tamircisine 250 km var. Bu yolun 150 km'si toprak yol. Arka lastik yükün önemli kısmını taşıdığından kusursuz olması önemli. Bir sonraki köy olan Cerro Castillo'da da bir bisikletçi olması umuduyla devam ediyorum yoluma.

Yol üstündeki şirin bir gölün kenarında kamp yapmaya karar veriyorum. Burada güzel bir kamp alanı var. Andrea'ya rastlıyorum burda. Kafasını dinlemeye gelmiş. Benim sayemde pek kafasını dinleyemiyor tabi. Ertesi gün golün yanındaki tepeye doğru tırmanıyoruz. Göl manzarası müthiş.  Üşüyoruz ama..


Yaklaşık 1.000 metre yükseklikteki bu gölün kenarında kalırken soğuğu hesaba katmadım tabi. Bol üşümeli az uykulu bir gece geçiriyorum.  Uyku tulumum 4 derecenin altında ısıtamam seni diyor. Daha sıcak olmasa da rakımı daha düşük yerlere ulaşmak için yola koyuluyorum yine. 

İnişte Rio Ibañez vadisinin harika manzarası karşılıyor beni. Vadinin içine doğru kıvrılan yolda geçireceğim birkaç günümü. Birçok kez güzel manzara görmüştüm hayatımda.  Ama gördüğüm manzaranın kalbine doğru yavaş yavaş ilerleme şansım olmamıştı daha önce.  Birkaç gün boyunca başka hiçbir şey düşünmeden doğanın tüm seslerini duymak, tüm güzelliklerini doya doya seyretmek istiyorum.    



Villa Cerro Castillo yol üzerindeki küçük bir köy. Araba tamiri yapan bir abi bisiklet tamiri de yapıyormuş ama 28cm jant mı olur diye azarlıyor beni. Kırık jantla devam etmek mi yoksa Cohaique'e dönmek mi daha doğru diye düşündükten sonra devam kararı alıyorum.



Carretera Austral 2(Parque Quehulat-Cohaique)

Sabah erkenden hazırlanıp yola koyuluyoruz. Puhuyapi'den ayrıldıktan 5 km sonra yolda Joni ve Bengt'e rastlıyoruz. Pucón'da birlikte kamp yaptığımız arkadaşlar...  Parque Quehulat'ı birlikte geçmeyi planlıyor yola koyuluyoruz.


Yol arkadaşları önemli. Birçok yol arkadaşım olduysa da bu üç kişinin yeri ayrıdır bende. Seyahatimizin en yağmurlu, en zor ve buna rağmen en keyifli kısmını bugün birlikte tecrübe ediyoruz.

Parque Quehulat her daim yağmurluymuş. Bunu sonradan öğreniyoruz tabi. Okyanusun buraya kadar sokulduğunu, daha önce göl mü değil mi tartismalarımıza konu olan suda yunusları görünce anlıyoruz. Bize eşlik ediyor bize bir süre. Yunuslarla meşgulken dikkatimiz, ilerideki yağmur bulutların pek de görmüyor gözümüz. Derken yaklaşık 700 metrelik tırmanış yağmurla birlikte başlıyor. Zemin iyice ağırlaştığından bisikletle devam edemiyorum. Bengt ve Vicki hızla ilerlerken biz Joni ile bisikletlerimizi iterek tırmanıyoruz. Sonunda harika bir manzara eşliğinde zirveye ulaşıyoruz.  


Zirveden sonra tatlı bir iniş beklerken şiddetli yağmurla birlikte sert bir rüzgar karşılıyor bizi.  Üşüyoruz. Vicki bu civarda bir köprü bulunduğunu okumuş daha önce bir yerde. Birçok bisikletçi bu köprünün altında kalmış bu geçitte. 1 saat kadar sonra buluyoruz köprüyü,  tamam mı devam mı diye oylama yapıp burada kalma yönünde karar alıyoruz. Önce donmak üzere olan eklemlerimizı hayata döndürmek için ateş yakiyoruz. Şansımıza köprü altında kuru ağaç dalları da var.


Hayatımda yediğim en lezzetli spagettiyi burda hazırlıyorum. Hadi bi kıyak yapıp tarifini paylaşayım. Yarım paket spagettiyi (diğer yarısı bir önceki seansta halledilmiş olsun) yaklaşık 8 saat süren bisiklet yolculugunda iyice yorun. Aralıksız yağan yağmurun ardından su geçirmez sanılan çantanın içine sızmış suda biraz bekletin. Buzulların süzülüp gelen nehrin buz gibi suyunu zar zor kaynatıp spagettiyi üzerine ekleyin. Ergonomik tencerenize sığmayan kısımları için gerekirse zor kullanın. Arada taşan su defalarca ocağınızı söndürsün, ( ocağı söndürmek burda gerçek anlamında :). Olsun, ocağınızı kurulayip tekrar yakın. Spagetti patlak lastik kıvamına gelinceye kadar bekleyin. Tencere kapağı marifetiyle suyunu süzün, ama tam da süzemeyin. Bisikletçinin tek lüksü olan Doña Clara marka hazir makarna sosunu boca edin. Bir kutu ton balığını çatalın kenarında iyice ezip makarnaya yedirin. Aynı çantada ıslanan tuzu da ekleyin. Arada arkadaşlarınızın makarnalarına da çatal atın. Kendinizinkini daha çok beğenin. Afiyet olsun.

Beklediğimizden çok daha rahat bir uyku çektikten sonra yola koyuluyoruz. Hava güzel ve keyifli bir iniş var. Sonrasında Villa Amengual'de bulduğumuz bir marketten eksiklerimizi tamamlayıp Villa Manuhales'e doğru devam ediyoruz. Sonra yolda gördüğümüz nehrin kenarında uygun bir yer bulup burada kamp yapmaya karar veriyoruz.


Sonra bir inek sürüsünün bize doğru ince ince yaklaşmakta olduğunu farkediyoruz. Birkaç saat sonra etrafımız sarılmış durumda. At üstunde bir çoban var çok uzakta.. ama bizi sallamıyor pek. Olağan gün sonu geyiğimizi de ineklerin manidar bakışları altında tamamlayıp gün batımına yakın bastıran uykuya teslim ediyoruz kendimizi. 

Gün batımı ile uyuyup gün doğumuyla uyanmak doğa ile aranızdaki bağı güçlendiriyor, ritmine uyduğunuz hissi veriyor. Parçanın en kritik ve zor kısmını başarıyla tamamlayan, aynı ritimde olmaktan mutlu müzik grubu elemanları gibi doğayla birbirimize tebessüm ediyoruz. İnekler gidiyor sonra, Sessiz akan nehrin kenarında sakin bir uyku çekiyoruz bu gece.

Sabah nehrin kenarında yüzümü yıkarken manzaraya biraz daha zaman ayırmaya karar vererek kahvaltımı tam da burada yapıyorum. 


Villa Manuales'ten sonra bulduğumuz bir nehir kenarında öğle yemeğimizi yedikten şöyle öyle bir ağırlık çöküyor ki devam etmemeye karar veriyoruz. Jong ve Bengt Puerto Aysen'e gidip hostelde biraz dinlenmek istiyorlar. Biz Vicki ile burada kalıyoruz. Sonradan bize katılan bir Alman bisikletçiden yol hakkında tüyolar alıyoruz. O kuzeye devam ettiğinden güneyle ilgili epey bilgi sahibi. 


Buz gibi de olsa nehirde yüzmeyi kafaya koyuyorum bi kere. Su soğuk. Ama girince alışıyorsun :), 10 saniye falan süren bir alışkanlık. Neyse ki güneşli bir gün ve kumlara uzanıp iliklerime kadar ısınıyorum. 

Ertesi gün Cohaique şehrine doğru yola koyuluyoruz. Tekrar asfaltta olmanın verdiği rahatlıkla hızla yaklaşıyoruz şehre.  Ama öncesindeki yokuş biraz gözümüzü korkutmuyor değil.  


Nihayet Cohaique şehri görünüyor tepenin ardından. Uzun zamandan sonra ilk kez bir şehre geliyorum.  Burada Andrea ve Lalo'ya konuk olacağım. Bu şehirde biraz dinlenmeyi ve Carretera Austral'in daha zorlu ikinci kısmı için enerji depolamayı planlıyorum. 



Carretera Austral 1(Chaiten-Puhuyapi)

Carretera Austral seyahatimdeki en önemli kısımlardan biri benim için. Tur bisikletçileri arasında belki de en çok hayali kurulan yer. Ana yolların bitip doğanın tüm cömertliğiyle sizi ağırlamaya hazır olduğu bu bölge aynı zamanda bol iniş çıkışlı, bozuk ve tozlu yollarıyla maceranızı biraz daha güçleştirerek motivasyonunuzu sınamanız için bolca fırsat veriyor. Yolun toplam uzunlugu 1.200 km civarı. Hikayenin içinde başka bir hikaye, rüyanın içinde başka bir rüya.


Carretera Austral'in yapımına 70'li yıllarda başlanmış. Öncesinde Şili'nin Kuzey ve Güneyi arasındaki ulaşım deniz yoluyla veya Arjantin üzerinden sağlanmaktaymış. Bunu gören askeri diktatör Agusto Pinoche iktidardeyken bu yolun yapılmasını istemiş.  Özgürlükleri alıp yerine duble yol veren diğer diktatörler gibi.. anladınız siz onu. Zaten yol üzerindeki tüm köprülere generallerin ve diğer subayların ismi verilmiş. Bi ara askerliğim aklıma geldi, yalan değil.

Chaiten Carretera Austral'in başlangıç kısmındaki küçük bir kasaba. Bu kasaba 2008 yılında faaliyete geçen Chaiten volkanıyla tanınıyor.  Kasaba boşaltıldıktan sonra birkaç yıl bu kasabanın tarihe gömülmesi planlananmışsa da 2013'te tekrar yerleşime açılmış. Tahribatın boyutları hala gözlemlenebilmekte.

Parque Pumallin-Chaiten 2016
Şehrin her yanında nehrin taşıdığı kül ve kuruyup nehre teslim olmuş ağaçlari görebiliyorsunuz. Yine de Parque Pumallin doğal güzelliğini bazı kısımlarda muhafaza edebilmiş.  Arkadaşım Triny ile güzel bir park turu yapıyoruz.



6 bisikletçi Triny'nin bahçesinde kamp yapıp yol üzerine konuşuyoruz. Herkeste garip bir heyecan var. Hayal edilen yerde olmanın verdiği hazzı kurulan her cümlede hissediyorsunuz. Aynı rüyada buluşmuş birbirinden çok farklı hayatlar... herkes rüyasında diğer karakterleri önemsiyor, hayatlarındaki bu dönüm noktasındaki yol arkadaşlarını adeta zihnine kazımaya çalışıyor. Sohbete duyulmuyor tabi ki.

 
Chaiten'den ayrılırken bir sonraki durağımız neresi olacağına dair pek fikrim yok. Santa Lucía isimli köye tek günde varamayacagimi bildiğimden yol üzerinde herhangi bir yerde kalırım diye düşünerek vuruyorum kendimi yola. 60 km kadar sonra asfalt bitiyor. Heyecan şimdi başlıyor . 10 km kadar sonra bir tırmanış başlayacak.  Bu tırmanışa ertesi güne bırakmaya karar verip yol kenarında gördüğüm terkedilmiş bir kulübeye yaklaşıyorum.  Bu kulübede geçiriyorum geceyi.



Ertesi gün 60-70 km civarında yol almayı planlıyorum.  Ama öncesinde yakın bir yerdeki buzula giden patikayıl farkediyorum. Önce biraz trekking yapayım diyor ve vuruyorum kendimi yola. 1 saat sonra güzel bir manzarayla karşılaşıyorum.  Buzula umduğumdan daha uzak kaldığı için biraz canım sıkılmış olsa da manzaranın tadını çıkarıp kulübeye dönerken keyfim yerinde. Eşyalarımı hazırlayıp yola vuruyorum yine kendimi.


Ilk 10 km'de ciddi bir yokuş olduğunu biliyordum, ama yolun bu kadar bozuk olacağını tahmin etmemiştim. Bozuk yolun da etkisiyle zor anlar yaşarken lastiğimin patladığını farkediyorum. Hemen yedeğiye değiştirerek devam ediyorum yola. Sonra bir tane daha. Diğer yedeği takıyorum bu defa. Yokuşu güç bela çıktıktan sonra inişe geçtiğimde de içim rahat değil.  Yoldaki taşların zarar verme ihtimali çok yüksek.  Derken bir patlak daha. Yedek lastiğim kalmadığından bu defa lastiği onarmak gerekecek . Şansıma bir nehir kenarındayım ve patlağı bulmam zor olmuyor. Bilirsiniz patlagin yerini tespit etmede en klasik yöntem şambriyeri biraz şişirip suya daldırmaktır. Yanimda yeterli su ve uygun bir kova olmadigindan nehir yetişiyor imdadıma. Yedekleri de tamir edip yola çıkıyorum.  Sadece 30 km yaptığım bu zor günu Santa Lucia isimli köyde bitiriyorum.

Ertesi gün nispeten daha rahat bir parkur var önümde.  Sabah saatlerinde gayet hızlı yol aldıktan sonra öğle yemeği için duruyorum. Derken 50'li yaşlarda bir bisikletçi yaklaşıyor ağır ağır.  Adı Victor. Şilili. Oğluyla planlamış bu seyahati. Şimdi tek başına... hayat işte diyor yutkunurken. Oğlunun resmi hemen gözünün önünde,  her pedalı oğlu için. Babamın büyük kırmızı bisikletiyle beline sıkıca sarılıp gezişim geliyor aklima. Ne güzel olurdu birlikte pedallamak.


15 dakika sonra bir kadın bisikletçinin yaklaştığını görüyorum. Vicky eski bir rugby oyuncusu, sonrasında öğretmenlike yapmaya başlamış. İngiltere Milli takımında da oynamış. Ögretmenlik yıllarından sonra rugby'ye dönmek istemiş ve bu amaçla Yeni Zelanda'ya gitmeyi koymuş kafasına. Hayatindaki bu değişikliği yaparken aradaki geçişi bisiklet turuyla yapmak istemiş. Dağ bisikletiyle bozuk yolda uçarcasına ilerlemeye devam etti.  Vicky önde Victor arkada La Junta'ya doğru devam ediyoruz.



La Junta'ya akşama doğru vardıkan sonra alışverişimizi yapıp kamp alanına gidiyoruz. Çadırımí kurup dinleniyorum biraz. Bugün patlak lastik yok diye düşündüdüşündükten 15 dakika sonra bu defa ön lastiği zemine yapışmış olarak görüyorum. Küçük bir patlak yavaş yavaş indirmiş havasını.  Kalan son enerjiyle lastiği tamir edip güzel bir uyku çekiyorum üzerine.

Ertesi gün yağmurla uyanıyorum.  Bugünkü hedefim Puyuhuapi. Yağmuru bekleyip biraz azaldığını görünce çıkıyorum yola. Viktor bir gün dinleneceğini söylüyor La Junta'da. Biz Vicky ile devam ediyoruz. Yolda tekrar başlıyor yağmur. Son kısma doğru zorlaşıyor yol. Uygun bir kamp yeri bulup gölün tadını çıkarıyoruz. Bu gölün güzelliğinden etkilenmemek mümkün değil. Dağların arasında rüzgara aldırmaksızın dinginliğini koruyor. Kameramı kapıp fotoğraf çekiyorum bol bol. Ertesi gün en yüksek geçiş noktalarından biri olan Parque Queuhulat bizi bekliyor.