O yokuşu nasıl çıkacağım bu günün zorlu sorusu. Şehir 500 metre yükseklikteki tepe ile okyanus arasına kurulmuş ve o tepeyi çıkmaktan başka seçenek yok. Yüküm daha da ağır artık. Çıkmaya çıkılır da sonrasındaki 60 km düşündürüyor o zaman da. Bu durumda alternatif çözümler arama durumundayım. Asansör sistemi var şehrin çeşitli yerlerinden ama çıkardığı yerler genellikle mahalle arası, ordan otobana bağlanmak ayrı bir sorun. Ayrıca tehlikeli olabilecek muhitler.
Asansör seçeneğini es geçip şansımı otostoptan yana kullanmayı seçtim. Şehir içinde 15 dakikalık bir yolculukla otoban girişine yakı bir benzinlikte soteye yatıp 15 dakika içinde araç bulamazsam yokuşu tırmanmaya karar verdim. Derken bir pickup benzinlige yanaştı. Aracı kullanan ablamıza doğru seyrettim. Yaklaşırken arka koltuktaki çocuğu görünce nedense cevap olumsuz olur diye düşündüm bir an. Derdimi anlattım ablamız. "Tabi ne demek" tadında bişeyler mırıldandı ve ben kararını değiştirmeden bisiklete doğru koştum. Çantaları söküp teker teker yerleştirdim kasaya, bisikleti yerleştirip ben de bisikletin yanına bitecektim ki abla yasak burda, kasaya binemezsin dedi. Yan koltuğa oturdum ve teşekkür ettim tekrar. Ablamızın adı Ana, çocuğun adı da Vicente. Ablamız bi dünya soru soruyor, bir yandan ona cevap verirken Vicente'ye şebeklik yapıyorum. Algarrobo'ya gittiğimi söyleyince Pablo Neruda'nın Isla Negra'daki evinin Algarrobo'ya çok yakın oldugunu ve kesinlikle görmem gerektigini söyledi. Santiago ve Valparaiso'dan sonra üçüncü eviymiş. Not alıyorum hemen. Ana şiir aşığıy mış meğer. Yolda bana Pablo Neruda'dan birkaç şiir okudu. Ben de Nazım Hikmet'le yakın arkadaş olduklarını ve hatta Nazım Hikmet'e adadığı iki şiiri olduğunu söyledim. Birini patlattım akabinde. İnternetten okuyorum tabi :) bu şiirin tercümesi bulamadım, her iki şaire olan saygımdan tercüme etmeye kalkışmıyorum :)
Aquí viene Nazım Hikmet
Tırmanış bittikten sonra otoban kenarında indim. Çantaları yükleyip yola koyuldum. Şehir ne kadar zorsa otoban da o kadar sıkıcı. Sürekli rüzgarıyla seni sallayan tırlar ve asfalt sıcağı.
Yaklaşık 30 km bu şekilde gidiyorum. Acıktığım hissediyorum, yanımdaki çikolatayı götürüyorum ama bir saat içinde birşeyler yemem lazım.
Otoban çıkışında birşeyler bulabileceğini düşünüyorum ve öyle de oluyor. Bugün ilk defa kamp ocağını denemeyi planlıyorum. Bakkaldan malzemeleri alıp yola koyuluyorum. Bu defa yol çok keyifli. Az sayıda araç var, düz ve bol ağaçlı. Daha ne isterim ki.
Bir süre devam ettikten sonra uygun bir yer bulup öğle yemeği işine girişiyorum. Yemek dediyse de bildiğin makarna. Öğrenci evi işi hani. Haşla, süz, tuz, ketçap tamam. Ama nedense yediğim en lezzetli makarnaları biriydi.
Daha sonra 30 km daha devam ediyorum ki yolun son 10 km'lik kısmında harika bir iniş parkurunun tadını çıkarıyorum. Algarrobo'daki planım Viña del Mar'daki arkadaşım Francisco'nu yazlık evinde kalmak. Önce siteyi sonra sitenin güvenliğinden sorumlu Don Ernesto abimizi buluyorum. Önce kızgın bir tonda birşeyler söylüyor bana. Ne dediğini zerre anlamıyorum. Yavaş yavas, tane tane konuş anlamıyorum abim minvalde birşeyler söylemeye çalışıyorum. Vitesi küçültüp tekrar konuşuyor. Gün diyor, anahtar diyor falan ama anlamıyorum yine. Boş yüz ifadesiyle bakınca vitesi boşa alıp tarzancaya dönüyor. Heceleye heceleye anlatıyor, bu defa anlıyorum. Dün bekliyormuş beni, Francisco öyle demiş. hayırdır noldu falan diyor. Neyse aldım anahtarı eve geçtim.
Elektriği ve suyu açıyorum. Çay kahve neyin içeyim diyorum şu ısıtacak birşey yok. Benim ocak yetişiyor imdadıma.
Yazlıkları garip bir havası vardır bilirsiniz. Beni hep farklı hissettirmiştir. Genellikle insanlar eski eşyalarını getirdiğinden veya uzunca süre eşya yenilemediklerinden bir anda 20 yıl öncesine dönersiniz. Yazlıklarda ev ciddiyeti yoktur, sıcaklığı da. Ama her yerde eğlenceyi çağrıştıran şeyler, tavla, oyun kağıtları baş köşenin sahiplanıdır hep. İşte böyle bir yazlıkta kalıyorum bu gece.
Hava pek de yaz havası değil ama. Üşüyorum biraz. Aslında yapacağım tek şey güzel bir uyku çekip yarın erkenden yola çıkmak. Ben güzel bir çay eşliğinde biraz kitap okuyorum önce, sonra bu satırları yazıyorum.
Hava pek de yaz havası değil ama. Üşüyorum biraz. Aslında yapacağım tek şey güzel bir uyku çekip yarın erkenden yola çıkmak. Ben güzel bir çay eşliğinde biraz kitap okuyorum önce, sonra bu satırları yazıyorum.
Bu ev bana birşeyler anımsatıyor ki ne olduğunu çıkarıp ortaya koyamıyorum bir türlü. Nedense bu evi saatlerce anlatmak istiyorum. Neyse,
Bu gece burda kalıp yarın sabah erkenden San Antonio'ya doğru yola çıkacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Ekle