Bu adada ziyaret edeceğim ilk şehir Ancud. Okyanusa nazır bu liman kentine varmak için 3 saat daha pedallamam gerekiyor. Önce yüksek bir tepeden seyrediyorum bu güzel şehri. Sonra tatlı bir inişte sonra saat 6 gibi varıyorum. şehre.
Bu güzel şehirde Cecilia ve ailesi ağırlıyor beni. Küçük oğlu Ives'le çok iyi anlaşıyoruz. Daha kapıda gördüğü an tiooo diye boynuma sariliyor. Kesinlikle şimdiye kadar gördüğüm en mutlu ve cana yakın çocuk. Bütün gün tío (amca) diye diye peşimden geziyor. Ama şu şekilde, tío tío tío tío tío tío. ... Cecilia'ya soruyorum Ives'in mutluluğunun sırrı ne diye. "Elimden geldiğince özgür bırakıyorum, canı ne isterse onu yapıyor" diyor. Inanilmaz bir sekilde bütün gün gülücükler dağıtıp gezerken hiçbir sorun yaramadığını söylüyor annesi. Şaşırmakla birlikte hayran oluyorum. Sıklıkla Couchsurfing'den misafir ağırladığini ve bu sayede de yabancılara karşı yakınlık duyduğunu söylüyor.
Ertesi gün Ives'in bisikletini tamir edip Castro'ya doğru yola çıkıyorum. Buradaki yolum 90 km kadar. Bol iniş çıkışlı bir yol, yoruyor beni epey. Gün sonuna doğru varıyorum Castro'ya. Carola ve ailesine konuk olacağım. Evleri şehrin dışında ve oldukça yüksek bir tepeyi aşmak gerekiyor. Sağolsunlar gelip alıyorlar beni yakın bir yerden.
Şehrin dışında harika bir ev burası. Carola ve ailesi bir aile üyesi gibi sıcak karşılıyorlar beni. Bugün benim için özel bir gün, doğumgünüm. Akşam yemeğinden sonra bana küçük bir süpriz doğumunu partisi hazırlıyorlar. Sonrasında birlikte çalıyor söylüyor harika vakit geçiriyoruz.
4 çocuklarıyla inanılmaz mutlu bir aile. Mutluluklarını birkaç gün paylaşmak motivasyonumu yükseltip yolun kalanı için enerji depolanması sağlıyor.
Ertesi gün şehre iniyorum bisiklet için ihtiyaç duyduğum ekipmanlar var. Uzun süre başka bir bisikletçi bulamayacagimdan yüklü bir listeyle bisikletini buluyorum. Sonrasında sahile inip Castro'nun simgesi haline gelmiş evlerin fotoğrafını çekiyorum bol bol.
Öğleden sonra eve dönüp bu defa sahilin şehirden uzak tenha bir kısmına yürüyorum. Denizin çekilmesiyle oluşan manzara nefes kesici. Ben ve martılardan başka kimsenin olmadığı bu sahilde doğayla başbaşa olmak unutamayacağım bir deneyimdi. Yarını düşünmeden, acele etmeden, hiç bitmeyecekmiş gibi. Denizin sunduğu ve geri aldığı hayatları görüyorum. Martılar çekilmiş denizin hediyelerini heyecanla kucaklıyorlar. Martıların kimi zaman artan coşkulari sessiz sahili bir anda hareketlendiriyor, çığlıkları sona erdiğinde dalgasızaman kıpırtısız eski sessizliğine gömülüyor yine.
Bir sonraki hedefim Quellon şehri. Buradan feribotla Chaiten'e Carretera Austral'deki yolculuğuma başlamak için geçeceğim. Ama öncesinde 150 km kadar bir yolum var. Yol üstündeki Lago Natri'nin kenarında bir kamp yeri bulmayı amaçlıyorum. Akşama doğru vardığım göl kenarında harika bir kamp yeri bulduğumu düşünüyorum. Ta ki sinekleri farkedene kadar.
Gölde yüzüp biraz günün tadını çıkarıyorum. Aslında sinekler bir tek yüzerken rahat bırakıyorlar. Suyun veya çadırın dışında durmak zor. 8 Ocak bugün. Beni üzen başka şeyler de oluyor ya neyse...
İlerleyen saatlerde iki bisikletçi daha geliyor. Arjantin'li Santiago ve Avusturya'lı Kurt. Sohbet muhabbet derken yakındaki kamp alanında kalan iki Şili'li bisikletiye rastlıyoruz. Ertesi gün hep birlikte feribotta doğru yola çıkıyoruz. Yolda yine rahat bırakmıyor sinekler. Özellikle yokuşunda en az 5 tanesi etrafını sarıp resmen ızdırap oluyor. Saat 4 gibi Quellon'a varıyoruz. Zor geçen günün ardından kendimize güzel bir yemek ısmarlayıp saat 6 da tekneye biniyoruz. Yolda bize katılan Bertrand'la birlikte 6 bisikletçi Carretera Austral'e doğru yol alıyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorum Ekle