El Calafate-Torres del Paine

El Calafate'den ayrıldığım gün bol güneşli ve rüzgarlı bir hava var. İlk etapta doğuya doğru ilerliyor olduğumdan güneydoğudan esen sert rüzgar epey destek oluyor bana. Karşıma çıkan 700 metrelik tırmanışı öncekilere göre çok daha kolay tamamlıyorum. Yokuşu tamamladıktan sonra güneydoğuya dönüyorum ve bu defa rüzgarı yandan almaya başlıyorum. Tekrar inişe geçmeden bu platoda yaklaşık 40 km yolum var. Bu defa rüzgar problem olmaya başlıyor.


Yandan esen şiddetli rüzgar belki de bisikletçi için en tehlikeli olanı. Hele bir de düzenli değilse... dengenizi her an kaybedebiliyorsunuz. Dengeyi sağlayabilmek için rüzgarın geldiği yöne doğru bisikleti biraz yatırmak gerekiyor. Rüzgarın şiddeti bir anda kesildiğinde düşme veya yoldan çıkma riski var. Bu sebeple yolun biraz daha iç kısmında ilerlemek zorundasınız.  Bu defa da geçen araçlar tehlike oluşturuyor.  Ayrıca şiddeti bir anda artan rüzgarla kendinizi her an yolun ortasında bulabiliyorsunuz. Gidiş geliş toplam iki şeritli bu yolda birkaç kez diğer şeride kadar attı beni rüzgar. Yol düz ve uzun olduğundan yaklaşık 5 dakikada bir geçen araçları çok önceden görüp yanımdan geçerlerken yavaşlayarak çözüm bulmaya çalışıyorum. Böyle olunca yol uzadıkça uzuyor tabi.



Yolun tekrar doğuya dönmesiyle rahatlıyorum biraz. Önümde bir yol ayrımı var. Şili sınırına gitmek için ya sağdaki toprak yolu ya da soldaki 70 km kadar daha uzun asfalt yolu tercih edeceğim. Toprak yolun bir dezavantajı da rüzgarı karşıma alıyor olmam. Yol ayrımına yaklaşıp kararımı orda vermek üzere devam ediyorum.

Yol ayrımına yaklaşık 200 metre kala hala karar vermiş değilken arka lastikler gelen ses patronun kim olduğunu hatirlatiyor.  Bir kırık jant daha. Bunu asfalt yolu tercih etmem için bir işaret olarak görüyor ve sola kırıyorum direksiyonu.

İniş kısmına gelince rüzgar da hafifliyor biraz, araya küçük de olsa tepelerin girmesi rahatlatıyor.  Kalan yaklaşık 70 km'lik yolu gün batımına doğru tamamliyorum. Kalacak uygun bir yer ararken devriye gezen polislere rastlıyorum. Polis merkezinin arka bahçesinde kalabileceğimi söylüyorlar. İşte bu gece kaldığım yer.. La Esperanza



Ertesi sabah erkenden yola çıkıyorum.  Rüzgar karşıdan ama sakin esiyor bugün.  80 km sonra Şili sınırına varıyorum. Sınırda bisikletı bi arayalım diyorlar. Çantada sorun olabilecek bir tek elma var. Evet bildiğin elma işte. Şili'ye meyve sebze sokmak yasak. Neyse ki formda belirtmiştim elma olduğunu. Elmayla giremezsin güzel Şili'mize bizim elmalarimiz daha güzel bol bol yersin dediler. Dedim arkadaş ben bu elmaları atmam. O zaman geç sınırın ötesine orda ye dediler. Sınırda üç tane elma yedim. Görenler hunharca elma yiyen bu adama hisli hisli baktılar. Elmaların çöplerini Arjantin tarafına fıydıraraktan sınırı geçtim.

Burası Villa Cerró Castillo. Torres del Paine Milli Parkına 90 km mesafede. Ancak tam da bu istikametten öyle bir rüzgar esiyor ki ilerlemenin imkanı yok. Geceyi bu kasabada geçirmeye karar veriyorum. Kasabadaki tek hostelde de yer yok. Polis abileri buluyorum yine. Bahçesinde kamp yapılan bir evi tarif ediyorlar bana. Makul bir ücretle banyo ve mutfak kullanım imkanını içeren bu yerde kalıyorum.



Ertesi gün rüzgar daha şiddetli.  Tek çarem bisikleti burada bırakıp otobüsle gitmek. Ancak otobüs bulamıyorum.  Otostop çekmeye başlıyorum. 15 dakika sonra bir araç bulup yola koyuluyorum. Jorge adındaki bu arkadaş yakın bir yere kadar birakabilecegini söylüyor.

10 dakika kadar sonra karşı yönden gelen bir araç durduruyor bizi. Aracı kullanan 70 yaşlarında Amerika'lı bir teyze. Gram İspanyolca bilmiyor. Batonların da alıp kiralik bir araçla yola çıkmış. Kaybolmuş, Torres del Paine'ye gidecekmiş. Jorge ile yolu tarif etmeye çalışıyoruz ama teyze bir de ağır işittiğinden iletişim kuramıyoruz bir türlü. En sonunda bizi takip et diyerek yola koyuluyoruz. Jorge yakın bir yerden ayrılacak olduğundan ben teyzenin arabasına geçiyorum. Öyle bir araba kullanışı var ki insem mi acaba diye düşünüyorum. Allaha emanet gidiyoruz. Vitesi karıştırıyor, olmadık yerde aniden hızlanıyor falan. Milli parka iyice yaklaştığımız bir anda yol ayrımında duruyor. Tabelalar açık ve net yolu gösterirken teyzemiz bir de haritadan teyit etmek istiyor. Yaklaşık yarım saat uğraştıktan sonra ikna edebiliyorum. Tam ilerleyecekken yol kenarında bir tilki görüyoruz.  Teyze bir çığlık atıyor. . Oh my god.. fox.. it''s a fox.. desibel rekorlarını altüst eden bu çığĺığın üzerine herhalde diyorum korktu tilkiden. Meğerse korku değil heyecanmış.  Fotoğraf makinesini aramaya başlıyor.  5 dakika kadar sürüyor bu. Tilki de anladı durumu herhalde gitmiyor bir yere. Sonra arabadan inip herhalde 100 poz çekiyor tilkiyi. Ben artık kalan yolu yürüsem mi acaba diye düşünmeye başlamışken dönüyor nihayet. 15 dakika sonra parkın girişindeyiz. Teyzeyi görevlilere teslim edip koşarak parkın içine doğru yol almaya başlıyorum.    

Torres del Paine ihtişamıyla karşılıyor beni. Yürümeye başlarken


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorum Ekle